“..Pretty music is used to hide how unfair and corrupt society is.” – Jamie (Mills, 2016)
20th Century Women, ABD’nin batısında Kaliforniya eyaletine bağlı bir şehir olan Santa Barbara’da yalnız bir anne olan Dorothea’nın kendisiyle hayli kuşak farkı bulunan oğlu Jamie’yi yetiştirme serüvenini Mike Mills’in yönetmenliğinde seyirciyle buluşturuyor. Dorothea’nın genç toplumun değerlerine uyum sağlama süreci yeni nesli taklidine dayalı. Fakat oğlu Jamie ile ortak bir iletişim kanalına giremediğinden, bundan kendisi de tatmin olmuş değil. Filmde nesiller arası kopukluğun en güzel yansımalarını farklı iki neslin müzik seçiminde ve diyaloglarında görmek mümkün. Yerleşik düzene olan memnuniyetsizliğin güçlü sesi sayılabilecek punk müzik, Dorothea için yalnızca anlamsız bir gürültü. Filmde asıl düğüm noktası nesle yetişme çabası içinde uyumsuzluğunun bilincinde olan Dorothea’nın, ortak barınma alanını paylaştığı genç kadınlardan Jamie’ye eşlik etmelerini istemesi ile başlıyor.
Genç kadınlardan biri olan Abbie’nin karakter çizimi filmde birçok ağın oluşum noktası sayılabilir. Geleneksel cinsiyet rollerinden olabildiğince sıyrılmış ve sesini kalabalıklara duyurmaktan çekinmeyen Abbie, Jamie’yi Feminist literatür ile tanıştıran karakter. Jamie ve Abbie’nin iletişimi, birlikte tecrübe etmeye dayanıyor.Dorothea ise her ne kadar oğlunu yetiştirmek için bir erkek figüre ihtiyaç duymaması ve karakter çizimi ile kendi nesline göre “the other” sayılabilecek olsa da – hatta bıraktığı izlenimle iş arkadaşları tarafından lezbiyen olarak tanımlansa da- bu bakış açısının oğluna olan temasından endişeli. Yemek masasında menstrual döngünün konuşulması kendisini irite ediyor çünkü geleneksel zihniyete göre kadının her türlü tecrübesi kapalı kapılar ardında yaşanmaya mahkûm. Öte yandan Dorothea yaşayış biçimiyle güçlü, özgür ve yetkin bir portre çizmekte. Uyum sağlayamadığı nokta, yeni jenerasyonun güçlü, açık ve de dışavurumcu dili. Filmde bunun yansımalarını kendisinin müzik zevki ile punk müzik arasındaki çatışmalarda tekrar tekrar görebiliyoruz.
Filmde vurgulanması gereken bir diğer tecrübe genç kadınlardan diğeri olan Julie’nin cinselliğini keşfi üzerine. İlk cinsel tecrübesinden bu yana orgazmı yaşamamış, ikili birlikteliklerinde güvenli alanını koruyamamış olan Julie, gerçekten yakınlık kurduğu biriyle (Jamie) sevişmek istemeyecek kadar erkek figüre güvenini kaybetmiş biri olarak çiziliyor. Jamie ise bütün bu sorgulamaların içinde, kendi cinselliğini kavrayabilmek için kadın cinselliğini de kavramaya ihtiyaç duyuyor. Okuduğu, tecrübe ettiği ve karakterine yedirdiği değerler bütünü onun kendisini feminist olarak tanımlamasıyla anlam kazanıyor. Öte yandan “17 yaşında bir genç kız” ile sohbeti sonucunda Dorothea dahi erkeklere ve de günümüz ilişkilerine dair sorgulayıcı düşüncelere dalabiliyor. Bunun farkındalığı yine kuşak değişimi ve tecrübelerin farklılaşması üzerine tespitte bulunuyor.
Filmin final sahnelerinde, oğlunun kendini keşfi ve yeniden toplumsallaşması üzerinden annenin de kendini yeniden kurguladığının farkına varıyoruz. Yeni toplumun değerlerine adapte olmaya çalışan anne modeli, en etkin iletişim ağını çağı taklit yoluyla değil, açık ve cesur bir dil edindiğinde, belki de dolaylı yoldan punk müziğe en çok yaklaştığı anda kazanıyor. Jamie film süresince kendisi için endişe edilmesini değil, kendisine eşlik edilmesini istiyor:“..hadi, kaçıp gidelim buralardan, sahilde bir yerlere…”.
Toplumsallaşmanın ışığında var olanı yeniden sorgulamaya dair
Toplumsal dinamiklerin ve katman katman örülü olan sosyal gerçekliğin bütünüyle anlaşılması adına toplumsal cinsiyetin bireylerin yaşam tecrübesine nasıl yön verdiği incelenmelidir. Toplumsal cinsiyet kalıpları, geleneksel düzlemde zihne kazınmış iki stereotipten ibarettir: ya kadınsınızdır ya da erkek. Ya kırılgan, narin ve adayıcı tarafsınızdır ya da güçlü, bağımsız ve yüksek sesli. Bu çemberlerin kesişimi sizin daha az kadın veya daha az erkek olarak damgalanmanız ile sonuçlanır. Toplum yerleşik değerleri sürdürmekte ısrarcıdır; çünkü muhafazakar zihinlerin süzgecinde sağlıklı bir işleyişin en garanti yolu, daha önce denenmiş ve tecrübe edilmiş olan “güvenli” yoldur. Ne var ki toplum, bireyleri şekillendirdiği kadar bireysel aktörler tarafından şekillenmekte olan, dinamik bir olgudur. Öte yandan sorgulanmamış her yaşayış, çağının yargılar hapsine mahkûmdur. Yeniden değerlendirmeye alınmamış her tecrübe, ritüelin takibinden ibarettir. Yarını kurgulayan aktör, bugünde yaşayan bireyin ta kendisidir. Güvenli alanın reddi bireysel ve toplumsal olarak yeni bir eşik, hayata yeni bir penceredir. Bu reddediş, yarını yarın olarak yaşamak için elzemdir, aksi patika bağımlılığından ibarettir. Dünün bitmek bilmeyen övgüsü, kalabalıkların yarını yaşama korkaklığındandır.
Cinsiyet rolleri, toplumsal roller ve de ritüelize edilmiş yaşam biçimleri iktidarın kitleleri kontrol altında tutmak adına geliştirdiği mekanizmaların yakıtlarıdır. Kadının sistematik olarak toplumsal hayattan dışlanışı, kapalı kapılar ardında “mahremiyet” damgasıyla tecrübelerinin gizlenişi, kör zihinler tarafından hayatının şekillendirilmeye mahkûm bırakılışı, toplumu sağlıklı bir işleyişte tutmaktan çok, alışılmış yola sürmekten ibarettir. Bireyin kendini bulmakta kendine yakıştırdığı her sıfat kendine özgüdür, postmodern toplumda kimlik inşası fabrikasyon bir ürüne indirgenemez. Postmodern anlayışın etiketsizliği yeni bir etiket doğurmadıkça, yeni neslin sonsuz varyasyonu geleneksel zihniyeti çıplak diliyle sarsmaya apaçık ve de apansız bir davettir!
Kaynakça
Mills, M., Ellison, M., Carey, A., Henley, Y., Bening, A., Fanning, E., Gerwig, G., … Lions Gate Entertainment (Firm),. (2016). 20th century women.
Leave a Review