200’ü aşkın yükseköğretim kurumuna sahip olmasına rağmen Türkiye yükseköğretimde uluslararası anlamda yarışabilir bir ülke olamamıştır. Tarihsel olarak çok eski yıllara giden yerleşkelerin kuruluşu 300 yılı aşkın olsa da aslına bakılırsa Türkiye’de üniversite ve üniversiteli olmak kavramları uzun yıllar anlaşılamamıştır. Modern anlamda ilk üniversiteyse 1933 yılında açılmış ve üniversiteliler o tarihten itibaren Türk Akademisini oluşturmaya başlamıştır. Kuşkusuz bu tanımlamaya Darülfünun örneği göstererek itiraz edecek olanlar vardır, halbuki ne Darülfünun öğretim elemanları iktidarla ilişkisizdi ne de “hür bilim” kavramından söz edilebilirdi.
Bu bağlamda, özerklik ve özgür bilim kavramları üniversitenin temelini oluşturur. Üniversite, adeta iktidarın giremediği alan olarak önümüze çıkar. Ancak, 1980’de açılan YÖK bu duruma kara bir leke olarak sürülür. Bununla beraber, 2002’den sonra üçüncü bir dönem vardır ki Türk Akademisinde bir enflasyon meydana gelmiş, akademik yayınların niceliği artsa da uluslarası anlamda kalite ve doyuruculuktan söz edilemez olmuş ve iktidar Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemiyle yükseköğretim kurumlarını tahakküm altına almıştır. Bu makalede Türkiye’de yükseköğretim tarihi şehirleşme ve akademik enflasyon kavramlarıyla üç alt başlık etrafında incelenmiştir. Bunun yanı sıra, karar vericilere tavsiye niteliğinde bir bölüm hazırlanmıştır.
Türkiye’de Üniversiteler Tarihi
Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1453’te kurulduğu rivayet olunan[1] Darülfünun (Fen Evi) Türkiye’deki ilk üniversite olan İstanbul Üniversitesinin arkaik halini oluşturur. Kavramsal olarak, günümüzdeki üniversite kavramı ile Darülfünun arasında direkt bir bağlantı yoktur. Üniversite kurumunun farklı kökenleri mevcuttur ancak en objektif yorumuyla üniversiteler “bağımsız” bilim üreten kuruluşlardır. Darülfünun için böyle bir durumdan söz etmek neredeyse imkansızdır çünkü kurumsal anlamda medreseler işleyişini siyasi iktidara dayandırır. Bu bağlamda, Türkiye’nin kurulan ilk üniversitesi 1933 yılında İstanbul Üniversitesi adıyla eski Darülfünun’un yerleşkesine kurulmuştur. 1960’a kadar 7 üniversitesi olan Türkiye
Cumhuriyeti’nde şehirleşme ile paralel giden bir yükseköğretim programı uygulanmıştır. Türkiye, ilk göç dalgasına maruz kaldığı tarihten seksenlere kadar yavaş bir yükseliş trendini takip etmiştir. Fakat,Türkiye, ilk göç dalgasına maruz kaldığı tarihten seksenlere kadar yavaş bir yükseliş trendini takip etmiştir. Fakat, 2002’den itibaren arz fazlası denilebilecek ölçüde artan üniversite sayısı yükseköğretimde büyük bir erozyona neden olmuştur. Günümüzdeyse merkezileşen cumhurbaşkanlığı hükumet sistemiyle yükseköğretimin özerkliğinden bahsedilemez. Türkiye’de üniversiteler tarihi aslına bakılırsa üç ana dönemden oluşur: 1933-1980 Arası Erken Dönem, 1980-2002 Arası İkinci Dönem ve 2002 Sonrası Son Dönem.
1. Dönem: Kurumsallaşma
1933 yılında Anadolu toprakları Cumhuriyet Devrimlerinin bir devamlılığı niteliğinde bir eğitim reformuyla tanıştı. 2252 Sayılı Üniversite Kanunun ortaya koyulmasıyla Dârülfünun 1933 yılında yenilendi ve bugünkü adıyla İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin ilk modern üniversitesi olarak faaliyete geçti (Günay & Günay, 2011). 1960 yılına kadar Türkiye’de açılan üniversiteler ve açıldığı şehirler aşağıdaki tablodaki gibidir:
İL | Üniversite Adı | Kuruluş Yılı |
İstanbul | İstanbul | 1933 |
İstanbul | İstanbul Teknik | 1944 |
Ankara | Ankara | 1946 |
İzmir | Ege | 1955 |
Trabzon | Karadeniz Teknik | 1955 |
Ankara | Orta Doğu Teknik | 1956 |
Erzurum | Atatürk | 1957 |
Türkiye’nin yükseköğretim politikası her şeyden önce şehre ve şehir kültürüne ait olan bir programı takip etmektir. Burada, erişilebilirlikten daha da önemli olarak kaliteli ve şehirle barışık eğitimi verebilmek yatar. Henry Pirenne’in tabiriyle “çekici şehirler” olarak adlandırılan şehirler, modernitenin temelini oluşturur. Genç Türk Cumhuriyetinin takip ettiği politikada bu çekici şehirlere yaraşır yükseköğretim yerleşkeleri oluşturmaktır.
2. Dönem: Özelleşme ve Politik Tahakküm
20 Temmuz 1982 yılında bir KHK ile 8 yeni üniversitenin açılması kararlaştırılmış ve ardından doksanlara kadar Bilkent Üniversitesi (1985) dışında herhangi bir özel okul girişimi görülmemiştir. 1991-1993 arasında devlet üniversitelerinde gözle görülür bir artış dikkat çekerken 1995 yılından 2002’ye kadar tamamen vakıf üniversiteleri açılması dikkat çekicidir. Türkiye’de yükseköğretimde özelleşme bu yıllarda başlamış ve sonraki dönemde de bu trend devlet okullarıyla beraber takip edilmiştir.

Genç cumhuriyetin ilk otuz yılında gelişen ilermede talep azlığı, kaynakların kıtlığı gibi birçok neden vardır. Bunların yanı sıra, Türkiye’deki ilk göç dalgasının yaşandığı 1950 yılından itibaren birkaç kırılma anı vardır. Bunlardan biri 1980 darbesi; bir diğeri ise 2000’lerden sonraki kır/kent nüfus değişimidir. Yaşanan sosyolojik değişim göz önüne bulundurulduğunda Şekil 1’deki tablo ile Şekil 2’deki grafik arasında bir bağlantı vardır. Kısaca, ilk yıllarda askeri, sıhhi ve birçok konuda olduğu gibi Cumhuriyetin kurucuları eğitim alanında da planlı kalkınma modelini tercih etmişlerdir. Buna karşın, hızlı şehirleşme Türkiye’de birçok kurumda olduğu gibi eğitim kurumlarında da deformasyona neden olmuştur. Türkiye şehirleşirken kırsalını kaybetmiştir. Kısa sürede yaşanan köklü değişim bu bağlamda günümüzde yaşadığımız yükseköğretim krizinin temelini oluşturmuştur.

1950’lerde ilk dalgasını yaşadığı ve 1980 darbesiyle büyük bir tarihsel, politik ve sosyolojik değişimin yaşadığı göçün sonuçlarıyla Türkiye bugün dahi hala yüzleşmektedir. Tüm bunların yanı sıra, muhtemelen, yeni gelen jenerasyonlar şehir ile daha barışık yaşam modellerini takip edecektir. Ancak, onlara gelene kadar önceki kuşaklar şehir ile çatışmalar yaşamıştır.
3. Dönem: Çevreleme ve Erozyon
2001 yılında Şekil 1’de gösterildiği üzere 23 vakıf ve 53 devlet üniversitesi olmak üzere toplam 76 yükseköğretim kurumu hizmet vermiştir. YÖK veri tabanına göre 2020 yılında 129 devlet, 74 vakıf ve 4 vakıf meslek yüksek okulu vardır. Akademi verimlilik gözetildiğinde Türkiye’de üniversiteler Şekil 3’teki gibi vakıf üniversitelerinin ilk 5’te olduğunu görürüz (Akçiğit & Özcan-Tok, 2020).

Özellikle devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerindeki akademik yayın verimliliği farkı Şekil 4’teki lisans düzeyinde öğrenci sayısı ile akademik eleman sayısı arasındaki ilişkide açığa çıkar çünkü akademiye yön veren güç lisans öğrencisinde değil, lisans eğitimini tamamlamış bireylerdedir. Akademik yayın yapan insanların ezici çoğunluğunu lisansüstü öğrencileri ve öğretim görevlileri oluşturur. Yani, lisansüstü eğitim, yükseköğretimin merkezine oturur zira oradaki tartışmalar direkt kavram öğretmek üzerine değil, kavramların kritiğini yapmak hatta onları yeniden anlamlandırmak ve daha kullanışlı hale getirmek üzerinedir.

Fen bilimlerinden uygulamalı bilimlere, sosyal bilimlerden sağlık bilimlerine her bilim orada uzmanlaşır ve ihtisas alanını tahsis eder. Orada kök salar, orada entelektüel tartışma yürütür. Ancak, Türkiye’de son yıllarda yaşanılan adeta bu durumun tam tersidir. Entelektüel tartışmalar işin “felsefesi” olur adeta. Vasatlık işgal eder her tartışmayı. Türkiye’de son yıllarda olan durum, lisans öğrenci sayısının suni olarak arttırılmasıyla akademiyi erozyona uğratır. Akademi entelektüel tartışma yapacak birikim yerine lisans öğrencisi mezun etmeye, onları şekillendirmeye çabalar günden güne. Her şey ortalama hale gelir; vasatlaşır.
Karar vericiler için tavsiyeler: Akademik Enflasyonu Durdurun!
- “Her ile bir üniversite” fikri üniversite mantığına uymamaktadır. Üniversite, şehrin kültürüdür. Üniversite şehrin ürünüdür. Bununla beraber, kırsal kalkınmayı sağlayacak ve kırsala geçici değil kalıcı ekonomik aktivite sağlayacak ihtiyaca göre hazırlanmış politeknik üniversite modelleri yaygınlaştırılmalıdır. Şehre ait üniversiteler özgür bilime; kırsala ait politeknikler ihtiyaca yönelik eğitsel aktivitelere öncülük etmelidir.
- Günümüzde üniversiteler Yüksek Öğretim Kurumu vasıtasıyla iktidarın ve statükonun tahakkümü altındadır. YÖK kapatılmalıdır. Üniversiteler özgürleşmelidir ancak akil insanlar tarafından planlanmalıdır. Bu planlama YÖK gibi iktidar ile ilişkili bir kurum aracılığıyla değil, evrensel değerleri ilke edinmiş, özgür ve rasyonel karar alabilen ve kalıplaşan kadroları olmayan, geçişken ve şeffaf bir kurum aracılığıyla olmalıdır.
- Vakıf ve devlet üniversitelerindeki akademik verimlilik farkını en aza indirgeyecek politikalar hazırlanmalıdır. Eğitim bir insan hakkıdır, devlet güvencesi altında olmalıdır. Bu bağlamda, gerek öğrencilere destek paketleri yaygınlaştırılmalı ve devlet üniversitelerini vakıf üniversiteleriyle yarıştırabilecek politikalar hedeflenmelidir.
- Üniversitede lisans öğrenci sayısını arttırmaya yönelik değil, azaltmaya dair politikalar öne sürülmelidir. Bununla beraber, eğitimin bir insan hakkı olduğunu unutmadan herkese eşit ve ulaşılabilir bir eğitim modeli prensibi eğitim politikaların temelinde olmalıdır. Hakkıyla ve layıkıyla seçilen akademisyenler, aynı şekilde eleme yöntemlerine tabii tutulan öğrenciler ve kronik yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedefleyen bütüncül politikalar ile yükseköğretimin yaşadığı akademik enflasyon aşılacaktır.
Dipnot
[1] İstanbul Üniversitesi Logosu kuruluş tarihi olarak İstanbul’un Fethini (1453 yılını) gösterir.
Kaynak: https://www.istanbul.edu.tr/css/theme/default/img/logo/iu.png
Kaynakça
Akçiğit, U., & Özcan-Tok, E. (2020). TÜRKİYE BİLİM RAPORU. Ankara: Berk Grup Matbaacılık.
Günay, D., & Günay, A. (2011). 1933’den Günümüze Türk Yükseköğretiminde Niceliksel Gelişmeler. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi / Journal of Higher Education and Science, 1-22. doi: 10.5961/jhes.2011.001
Yılmaz, M. (2012). TÜRKİYE’DE KIRSAL NÜFUSUN DEĞİŞİMİ VE İLLERE GÖRE DAĞILIMI (1980-2012). Eastern Geographical Review, 33-161. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/27061 adresinden alındı
Leave a Review