“I’m Not A Victim, She’s an Abuser”: Masculinity, Victimization and Protection Orders Makale Analizi.
Alesha Durfee, makalesinde hali hazırda veya geçmişte birlikte oldukları kadınlar tarafından şiddete uğramış erkeklerin şikayet dilekçelerini inceliyor ve şikayette bulunan erkeklerin mağduriyet imajlarını nasıl çizdiklerine odaklanıyor. Şikayetleri incelenen erkeklerin çoğunluğunun kendini şiddet mağduru olarak görmediğini, aynı zamanda ifadelerinde onlara şiddet uygulayan partnerlerinden korkmadıklarını görüyoruz. Araştırmanın bizi ulaştırdığı sonuçlardan biri erkeklerin, söz konusu kadınlardan gelen şiddet olduğunda, bastırılmış, korkmuş ve tehdit altında hissetmediği gözlemi oluyor. Genelde erkek bireyler, şiddet anını anlatırken kendilerini sakin ve olayları kontrol altında tutmaya çalışan taraf olarak anlatıyorlar. Hatta bir kısmı şikayette bulunma sebeplerini kendilerine şiddet uygulayan kadına karşı kendilerini savunmaları durumunda saldırgan taraf olarak görülmemek olarak belirtiyor. Araştırmaya dahil olan erkek bireylerin şiddete maruz kalırken dahi kontrol sahibi olarak görülme istekleri Durfee’nin gözünden kaçmıyor.
Durfee’nin ilgisini çeken ve araştırmasında sıklıkla bahsettiği bir başka nokta ise ifadeleri incelenen erkek bireylerin şiddet anlarını anlatırken özellikle ve sıklıkla kendilerinin saldıran taraf olmadıklarını belirtmeleri oluyor. Yalnızca kendilerini savunmak ve karşı tarafı sakinleştirmek için partnerlerinin ellerini kollarını tutma gibi eylemlerde bulunduklarını, bunun ötesine geçmediklerinin bilinmesini istiyorlar. Kısacası erkek bireyler kendilerinin saldırgan taraf olarak algılanacakları fikrinden oldukça çekiniyorlar. Söz konusu yargıya gelince yargının kadınları erkeklere nazaran daha çok şiddet görmeye açık olarak gördüğü iddiasını da makalede görüyoruz. Bunun sebebi olarak kadınların erkeklerden daha çok koruma talebinde bulunmalarını gösteren Durfee, bazı yargıçların otomatikman erkekleri mutlak istismarcı ve kadınları mutlak mağdur olarak görme yanılgısına düşebildiklerini vurguluyor.
Makalede vurgulanan bu iki önemli nokta toplumsal yaşantıda erkeklik algısını sorgulamamıza yardımcı oluyor. Erkek bireylerin şiddet mağduru olamayacakları düşüncesinin temelinin aslında yalnızca kadınlar tarafından yapılan şikayetlerin fazlalığı olduğunu düşünmüyorum. Bunun çok daha ötesinde topluma işlenmiş erkeklik ve kadınlık algılarının etkisinin çok daha önemli bir rolü olduğu kanaatindeyim. Ayrıca şiddet anlarını anlatan erkeklerin kendilerini sakin, kontrol sahibi, güçlü olan taraf olarak anlatmalarının sebebi de yine erkeklik algısı olarak karşımıza çıkıyor.
Kadın ve Erkek Olmak Üzerine
Toplumsal cinsiyet, zaman içinde belli kalıplara sokulmuş, neyin normal neyin olağan dışı olduğu toplum tarafından bireylere farklı biçimlerde dayatılmıştır. İki cinsiyetin insanları anlamada yeterli olmadığını düşünsem de bu noktada toplumun kalıplaşmış dayatmalarını ve bu dayatmaların yarattığı sonuçları daha iyi anlamak için bu tartışmayı şimdilik yalnızca kadınlar ve erkekler üzerinden götüreceğim. Toplumlar erkeklere ve kadınlara belli özellikler yüklerler ve bu özelliklere sahip olup olmamaları bireyleri “kadınsı” ya da “erkeksi” kalıplara sokar. Bu kalıplar hayatın her alanına burnunu sokmuş kalıplardır. Bireylerin davranışlarından ilgi alanlarına kadar insana dair her şey bulunabilir toplumsal cinsiyet normlarında. Örneğin erkeklerin daha mantıklı, kadınların onlara nazaran daha duygusal olması beklenir. Ya da futbola ilgi duymak bir erkeğin yapabileceği bir şey olarak görülürken gündüz kuşağı programlarını takip etmek daha kadınsı bir aktivite olarak nitelendirilir. Bu çerçevede erkeklik ve kadınlık birbirine zıt iki kavramdır. Ne kadar az “erkeksiyseniz” o kadar kadınsınızdır ve ne kadar az “kadınsıysanız” o kadar erkeksinizdir (Connell, 2019).
Bu noktaya kadar üstünde durduğumuz mağduriyet olgusu da elbette bu normlardan nasibini almıştır. Durfee’nin araştırmasındaki erkeklerin kendilerini ısrarla güçlü olan taraf olarak gösterme çabalarının sebebi de yine bu normların ortaya çıkardığı kadınlık ve erkeklik kimlikleridir. Erkeklik, özellikle ataerkil toplumlarda güç, otorite ve kontrol ögeleriyle eşleştirilmiş, erkeklik imajı bu özelliklerle doldurulmuştur. Şiddet mağduru olmaksa sayılan bu üç özelliğin tam karşısında yer alır. Önceden de bahsettiğim gibi kadınlık ve erkekliğin zıt noktalar olduğu görüşü, şiddete maruz kalmayı bireyi erkeklikten uzaklaştıran bir tecrübe olarak görebilir. Durfee de makalesinde, erkeklerin şiddet anını anlatırken dahi kendilerini otoriter olarak gösterme çabasını bu görüşe dayandırıyor.
Mağdur Olamama Mağduriyeti
Şüphesiz, ataerkillik ve heteronormativiteden beslenen toplumsal beklentiler kadınlara çok büyük zararlar veriyor. Güçsüz, zayıf, kırılgan ve pasif olması beklenen kadınlar için bu toplumlarda yaşadıkları her gün zorlu bir mücadeleye dönebiliyor. Öte yandan bu düzen yalnızca kadınları değil diğer tüm cinsiyet kimliklerini zor duruma sokuyor. Öncelikle toplumların cinsiyeti yalnızca “kadın” ve “erkek” olarak görmesi, kendini yalnızca kadın ya da erkek olarak tanımlamayan bireyler için başlı başına büyük bir sorun oluşturuyor ve onları toplumdan tamamen dışlıyor.
Ayrıca, genelde öyle gibi görünmese de, bu durum erkekler için de zorlayıcı sonuçlar doğurabiliyor. Ataerkiyle beraber iktidar, para ve güç kazanan erkeklerin aksine, düzen içinde bu kapitalist erk imajına uymayan erkekler de ataerkil düzenin kurbanı oluyor. Belirli sosyo-ekonomik güce sahip, heteroseksüel, beyaz ve cis bir erkek olmayan herkes düzen tarafından güçsüz bırakılıyor. “Hegemonik erkekliğin” hüküm sürdüğü toplumlarda, ya kalıplara uymadıkları ya sosyo-ekonomik konumları gereği ya da başka herhangi bir sebepten dolayı dışlanan erkekler bu düzen içinde bir yerlere sıkışıyorlar (Çelik, 2016). Hegemonik erkekliğin işleyişinde bulunan kontrol mekanizması erkeklere ne yapmaları gerektiğini daima aşılamaya çalışıyor. Bir erkek çocuğuna babasının, dedesinin ya da hayatındaki bir başka erkek figürünün “bir erkek olarak” nasıl davranması gerektiğini anlatması bu kontrol mekanizmasına örnektir. Bu kontrol mekanizması toplum içinde nesilden nesile bir döngü biçiminde devam edebilir. Farkına varılmayan, ancak varılması gereken gerçek şudur: Bireylere erk düzen tarafından yüklenmeye çalışılan özellikler onları günün sonunda büyük yüklerin altına sokan bir tuzaktan başka bir şey değildir. Çünkü ataerkil normlara uymayan herkes -buna erkekler de dahil- ataerkil düzen tarafından mağdur edilmeye açıktır. Örneğin, Durfee’nin araştırmasının da gösterdiği gibi, bir erkekseniz şiddete bağlı mağduriyetinizi dile getirmekte zorlanabilirsiniz. Özellikle bu şiddet bir kadından geliyorsa…
Ataerkinin güç sevdası, bireyler arasında şiddeti kaçınılmaz kılarken toplumun her kesiminin aslında bu şiddetin kurbanı haline geldiğini açıkça görebiliyoruz. Nesilden nesile geçmeye devam eden ve çoğu toplumda geçmişten beslenen ataerkil gelenek zincirinin bir noktada kırılması artık herkes için önemli bir ihtiyaçtır. Zira toplumda ikincil gruplar yaratan, dışlayıcı ve saldırgan ataerkillik, modern dünyanın daha fazla taşıyamayacağı bir yük haline gelmiştir.
KAYNAKÇA
Connell, R.W. (2019). “Erkekliğin Toplumsal Örgütlenişi”. R. W. Connell Erkeklikler. Phoenix. s. 135-164.
Çelik, G. (2016). Erkekler (de) ağlar!: Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında erkeklik inşası ve şiddet döngüsü. Fe Dergi. 8(2) (2016), 1-12.
Durfee, A. (2011). “I’m Not A Victim, She’s an Abuser”: Masculinity, Victimization and Protection Orders. Gender&Society.
Leave a Review