Find Us on Socials

The ‘politics of intimate’ at the intersection of neo-liberalism and neo-conservatism in contemporary Turkey* Işığında AKP’nin Üreme ve Cinsellik Politikalarına Eleştirel Bir Bakış

Resmi tarih göstergelerinin de işaret ettiği üzere, toplumsal cinsiyet eşitliği altında kadınların ve erkeklerin aynı haklardan aynı ölçüde yararlanması 1920’lerden itibaren Türkiye Cumhuriyeti yasalarınca güvence altına alınmış olup bu yaklaşım çeşitli kurumsal düzenlemelerle hayata geçirilmiştir. Ancak biz Türkiyeli kadınlar her toplumsal pratikte deneyimlediğimiz şu gerçeğin farkındayız ki mutlak bir “toplumsal cinsiyet eşitliği” yasaların çok ötesine geçmiş bir olgu ve bizim bu zorunluluğu “verilen” haklardan ibaret görme lüksümüz yok. Özellikle 90’lı yıllarla birlikte ivme kazanan sivil toplum hareketlenmeleri gösteriyor ki “kadın hareketi” bu mozaiğin en reddedilemez ve sesi en gür çıkan parçalarından biri. İşin bir de başka bir boyutu var: Türkiye’de kadın olmak yalnızca mevcut haklarımızı muhafaza etmek ya da yeni kazanımlar elde etmek değil, her geçen gün yeni bir hayatta kalma mücadelesine uyanmak ve günümüz Türkiye’sinin politik çabalarla inşa edilmiş patriyarkal şiddet duvarlarına çarpmadan uykuya geri dönebilmek.

3 Mart 2009’da Cem Garipoğlu tarafından öldürülen Münevver Karabulut, bugün 24 yaşında genç bir kadın olarak hatırladığım ilk kadın cinayeti haberi. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yaşam hakkı ihlâli üzerine partisinin Ankara il kongresinde yaptığı açıklamaysa hafızalarımızdan hâlâ silinmiş değil: “… Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya.”[1] Söz konusu beden politikaları, aile, evlilik, evlilik dışı ilişkiler, çeşitli cinsel yönelimler, nüfus planlaması ve cinsellik olduğunda AKP hükümetinin neo-muhafazakâr söylemlerinin tek bir çizgide hizalandığı, kadın olma halinin sadece “annelik” ile kutsandığı, kadının yegâne sorumluluğunun hane içi cinsiyet rollerini eksiksiz yerine getirmeye indirgendiği, heteronormatif dünya görüşünün aleyhine söylemlerinse katî suretle mümkün olmadığı ve üstüne üstlük LGBTİ+ bireylerin çeşitli gazeteciler ve bazı devlet organları tarafından açık hedef haline getirildiği su götürmez siyasi gündem gerçekleri. Takvimler 19 Şubat 2021’i gösterdiğinde gözler yine Erdoğan’ın 7 ilde düzenlenen AKP Kadın Kolları Kongresi’nde yaptığı açıklamaya çevriliyor: “… Hükümetlerimiz döneminde kadınlara yönelik hizmetlerimizin odağında hep aile yer almıştır.”[2]

Peki, artık büyük ve öfkeli tepkiler vermediğimiz, neredeyse her gün bir yenisini daha duymasak şaşıracağımız bu politika anlayışını temellendirilmiş bir eleştiriyle okumak mümkün mü?

Türkiye, kentleşme hızı ve 1960’larda benimsenen nüfus politikaları doğrultusunda doğum oranları git gide düşen, ancak buna rağmen hâlâ yüksek doğurganlık hızına sahip, nüfus dinamiği genç bir ülke. 60’lı yılların anti-natalist devlet politikalarında herhangi bir tüzel değişiklik yapılmamış olmasına rağmen Recep Tayyip Erdoğan, 8 Mart 2008’de hükümetin her evli kadından “en az 3 çocuk” istediğini, her çocuğun bereketiyle birlikte geleceğini, bu gidişle 2030 yılı projeksiyonlarının Türkiye’nin nüfus dinamiği açısından tehlikede olduğunu gösterdiğini kamuoyuna duyurdu.[3] Hükümet, bu açıklamalardan sonra, muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları tarafından hem büyüyen genç işsizler ordusunun görmezden gelinmesine hem de toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadının hane içindeki geleneksel cinsiyet rollerini gerçeklemesine ve anneliğe indirgenmesine dair eleştiriler odağında topa tutuldu.

Nüfus planlamasının AKP hükümetinin talep ettiği seyirde devam edebilmesi için kürtaj ve sezaryen doğum karşıtı söylemler de hükümet kanadının üreme politikalarında kendine hatırı sayılır bir yer edindi. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu süreçte Türk Tabipleri Birliği’nin doğum kontrolünün gerekliliği üzerine yaptığı açıklamaları hoş karşılamadığını, “nüfus planlaması”, “doğum kontrolü” gibi kavramların artık tarihe karıştığını, hükümet olarak “üreme sağlığı” üzerine yoğunlaştıklarını basın demeçlerinde belirtmiş ve sezaryen doğum oranlarının azaltılması gerekliliğini de vurgulamıştı.[4] 2012 senesiyse AKP’nin kürtaj karşıtı söylemlerinin gündemde zirveye oturduğu süreç oldu. Ankara Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Melih Gökçek’in “Tecavüz edeni getir, cezasını ver. Ama karındaki çocuğun suçu ne? Onu da devlet alır, büyütür, çocuğun haberi bile olmaz.” açıklaması[5], TBMM İnsan Hakları Komisyonu eski başkanı Ayhan Sefer Üstün’ün Bosna’da tecavüze uğrayan kadınların hamile kaldıkları çocukları doğurduğu, kürtajın tecavüze uğramaktan çok daha büyük bir vahşet olduğu minvalindeki sözleri[6], Diyanet İşleri eski başkanı Mehmet Görmez’in kürtajın cinayetten farksız olduğuna dair fetvaları[7] ve elbette ki Uludere Katliamı’nın[8] kadınların hür iradelerine bırakılmayan kürtaj kararının vicdanî sömürüsüne alet edilmesi değişen ve dönüşen, şüphesiz ki her geçen gün daha da muhafazakârlaşan mahremiyet politikalarının ayak sesleriydi.

Bir toplumsal kurum olarak aile, neo-muhafazakâr üreme politikaların devamlılığı için çok önemlidir; genel ahlak için denetleme mekanizmaları da aile kurumu ekseninde oluşturulan toplumsal inşalardır. Bu süreçte cinsellik ve üreme üzerine oluşturulan regülasyonlar, AKP hükümetinin aile merkezli muhafazakâr siyasetinin en önemli odaklarından biri olmuştur ve parti içi hiyerarşi gözetmeksizin siyasi söylemlerinin vazgeçilmez parçalarındandır. Kürtaj, eşcinsellik, gençler arasında evlilik dışı cinsel ilişki, kadınların bedensel özgürlüğü gibi arzu edilen ataerkil ve heteronormatif aile yapısına ters düşen her türlü tutum ve yaşam stili, partinin hemen her siyasi söyleminde büyük harflerle karşımıza çıkar. Bizzat dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan “kızlı-erkekli” [9] çıkışı, Prof. Dr. Halil İbrahim Karslı’nın kadın bedeni üzerinden ürettiği “süs”[10] benzetmesi, RTÜK’ün etkisini günden güne arttıran genel ahlak denetlemeleri[11], mevcut hükümetin[12] LGBTİ+ bireylerle temel insan hakları üzerinden yürüttüğü hesaplaşmalar, aylardır masada bekletilen ve maddeleri pazarlık haline getirilen, “ama”sız “fakat”sız uygulanmaya başlandığı takdirde en büyük hayat güvencemiz olacak İstanbul Sözleşmesi üzerinde şekillenen kararsızlıklar ve saymakla bitmeyecek niceleri açıkça gösteriyor ki bu 8 Mart’ta da meydanları ve geceleri siyasi arenada karşılık bulmayan hak taleplerimizin, hayatımıza dair kararlar üzerinden şekillenen beden politikalarının, can güvenliğimiz için ısrarla denetlenmeyen yasaların ve uygulanmayan caydırıcı cezaların yol açtığı cins kırımların öfkesiyle yakacağız.

Bir gün mutlak eşitlikte görüşmek üzere!

Yazarın Notu: Çatlak Zemin’e “AKP Karnesi” için teşekkürler! Daha fazlası için: http://akpkarnesi.catlakzemin.com/

Kaynakça

  • Acar, F., & Altunok, G. (2013). The ‘politics of intimate’ at the intersection of neo-liberalism and neo-conservatism in contemporary Turkey. Women’s Studies International Forum, 14-23.

[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdogandan-kahreden-yorum-75028

[2] https://artigercek.com/haberler/erdogan-kadina-taciz-siddet-olaylarinin-gormezden-gelen-istismar-siyasetinin-sonu-gelmistir

[3] https://www.iha.com.tr/haber-erdogandan-8-mart-konusmasi-14935/

[4] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/recep-akdag-dogum-kontrolu-tarihe-karisti-40112044

[5] https://www.haberturk.com/polemik/haber/747352-cocugun-ne-sucu-var-anasi-kendisini-oldursun-

[6] https://www.aksam.com.tr/guncel/tecavuze-ugrayan-da-kurtaj-yaptirmamali–118800h/haber-118800

[7] https://m.bianet.org/bianet/siyaset/138839-kurtaj-diyanet-in-isi-degil

[8] https://www.ntv.com.tr/turkiye/her-kurtaj-bir-uluderedir,z1M5Y2zmwEu6drogItVkiA

[9] https://m.bianet.org/bianet/yasam/151088-ozel-ev-de-olsa-kizli-erkekli-kalmak-uygun-degil

[10] https://www.mynet.com/kadin-bedeni-sustur-110100777480

[11] https://kazete.com.tr/haber/hadise-kadin-olarak-boyun-egmek-zorunda-miyim-55365

[12] https://m.bianet.org/biamag/lgbti/167837-2001-den-2015-e-akp-in-lgbti-tarihi