Find Us on Socials

Çağdaş Sosyolojinin Kurucusu Max Weber 157 Yaşında!

Öz

            Alman düşünür, hukukçu ve sosyolog Max Weber, 56 yıllık ömründe birçok kitabı, yüzlerce sayfa makaleyi ve bir o kadar da kavramı literatüre kazandırarak sosyal bilimlerde büyük bir yer kazandı. Weber denildiğinde –kuşkusuz- her sosyal bilimcinin aklına meşru otorite türleri ve kapitalist ruhun protestan etikle ilişkisi gelir. Ancak Weber’in hayatında bu kavramlar olduğu kadar bilinmeyen veya Türkçeye kazandırılmayan birçok eseri de mevcuttur. Siyaset sosyolojisi açısından çok kıymetli eserler sunan Weber’in soy ağacından birkaç örnekle başlayan bu yazı, Weber’in eğitim ve siyasi hayatını detaylıca sunar. Ayrıca Weber’i tanımamıza yardımcı olan ünlü kavramlarının incelendiği bu metinde birçok kitabına atıf yapılır. Üstadın 157. yaşını doldurduğu 21 Nisan 2021’den birkaç gün sonra derlenmiş olan bu metin, tüm sosyal bilim okurlarına detaylı bir Weber analizi ortaya koyar.

Anahtar Kelimeler

Max Weber, Almanya, Weimar, Münih, Marx, Rasyonalizasyon, Şehirleşme, Kapitalizm, Ekonomi, Toplum

Hayatındaki Kesişimler

            Tüm zamanların en üretken sosyologlarından Max Weber (tam adıyla Karl Emil Maximilian Weber) 24 Nisan 1864 tarihinde Almanya’nın Erfurt ilinde entelektüel bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 6 kardeşiyle beraber ailenin en büyük çocuğu olmasının yanı sıra Weber soy ismi ailesindeki tek ünlü soy isim değildir. Ünlü hukukçu Max Weber (baba), Clara Weber (Mommsen), filozof ve iktisatçı kardeşi Alfred Weber bunlardan bazılarıdır. Almanya’nın merkezi olmamasına karşın entelektüel açıdan çok etkin bir şehirde doğması Maximillian’ın genç zihninde büyük etki uyandırdı.

           Erfurt’taki hayatında Cicero, Kant ve Spinoza dahil olmak üzere birçok düşünür hakkında erken yaşta fikir sahibi oldu. Alman tarihinden Roma’ya, hatta dünyanın birçok yerine dair tarihi düşüncelere her zaman önem vermesinin altında yatan sebeplerden biri, ailesinin erken yaşta oluşturduğu entelektüel havuzdan kaynaklanıyordu. Weber ailesi o yıllarda birçok Alman bürokratla yakın ilişki içindeydi.  

Eğitimi

            1882 yılında 18 yaşındayken Heidelberg Üniversitesinde hukuk eğitimine başladı. Üniversitenin hemen ardından Strazburg’ta Alman ordusunda hizmet verdi. Stajyer avukatlık deneyiminin ardından Berlin Üniversitesine araştırma görevlisi olarak girdiğinde birkaç üniversiteyle daha ilişkiliydi. 1889 yılında “Orta Çağ İşletme Organizasyonları Tarihi” (Zur Geschichte der Handelsgesellschaften im Mittelalter) başlıklı doktora makalesinde bildiğimiz Weber analizlerinden birini ortaya koydu. Orta çağda kâr, risk ve girişimcilik örüntülerini takip ettiği bu eserinde olgunlaşma dönemini hazırlayacak ve tarih temelli sosyoloji anlatısının temellerini atacaktı. Bundan iki yıl sonra “Roma Tarım Tarihi ve Roma Tarım Tarihinin Özel Hukuktaki ve Halk Hukukundaki Önemi” başlığıyla ünlü makalelerini yayınlamaya başladı.

            1891 yılında Alman otoritelerinden üniversitelerde ders verme yetkinliği aldı. Berlin (Humbolt), Freiburg, Heidelberg, Viyana ve Münih şehirlerindeki üniversiteler ders verdiği kurumlardan bazılarıdır. Şüphesiz ki küçük bir Alman şehrinden Almanya’nın en iyi üniversitelerine giden yolda iki faktör çok kıymetlidir: Ailesinin erken yaşta oluşturduğu entelektüel havuz ve evlendikten sonra eşiyle beraber oluşturduğu seminerler. Birincisi, ailesinin o daha küçük yaştayken oluşturduğu entelektüel ortam Kant başta olmak üzere birçok Alman düşünür hakkında Weber’e büyük fikirler sundu. İlerleyen dönemlerde neo-Kantçı etkinin temellerinin atıldığı yer olarak bu dönem örnek gösterilebilir. Temel okumaları çok erken yaşta tamamlayan Max’ın başarılı kariyeri maalesef kararlı değildi. Weber, 1897 yılında yaşadığı büyük bir depresyon sebebiyle bir süre akademik üretimden uzak kaldı. Ancak dönemin aydın insanlarından olan eşi Marianne’yle ve arkadaşlarıyla Heidelberg’deki evlerinde seminerler düzenleyerek bir süre sonra üretkenliğini geri kazandı. İkinci bir faktör olarak burada oluşturduğu çevresi birikimini olgunlaştırmasında devasa etki sağladı. En kıymetli eserlerini bu yıllardan sonra verdi ve ölene kadar üretmeye devam etti.

Marianne Weber

Weber Siyaset Arenasında

           Akademi çalışmalarının yanı sıra Max Weber siyaset ve tarihle olan bağını hiç koparmadı. Ailesinden gelen liberal bir bağ vardı ancak Marx etkisini üzerinden atmış sayılmazdı. Kendini sol liberal olarak nitelendiren Weber; ulusçuluk ve cumhuriyetçilik fikirlerini vatandaş kavramıyla şekillendirdi. Kapitalizm konusundaysa kuşkucu yaklaşımının yanı sıra hiçbir zaman Marx kadar açıkça reddetme niyetinde değildi. Bununla beraber yazılarında kapitalizmin tarihsel kökenlerini işaret etti.  

            Bu dönemde sosyal demokrat ve liberal partilerle bir araya geldi. Akademik yaşamının yanı sıra, politik hayatında da bürokrat olarak Alman İmparatorluğu’nda görev yaptı. Savaş sırasında askeri alanlarda danışman olarak çalıştı ve özellikle Polonya hususunda Alman devletine danışmanlık verdi. Versay Antlaşması (28 Haziran 1919) ve Weimar Anayasası (11 Ağustos 1919) oluşumunda Alman diplomatlara büyük katkı sağladı. Özellikle Weimar Anayasası’nın 48. Maddesinin oluşturulmasında büyük katkılarının olduğu iddiaları tartışmalara yol açtı zira Adolf Hitler bu maddeyi gerekçe göstererek Prusya’da yönetime el koydu ve Nazilerin iktidarını sağladı.

Entelektüel Birikimi ve Eserleri

            50 yıllık ömrünü toplumsal fenomenlere isim vererek geçirdi. Kuşkusuz sosyoloji biliminde bu kadar kısa sürede bu kadar kavram yazmış ve her nasılsa o kavramları ölümsüzleştirme imkanını yakalamış çok az insan vardır. Bir kavram yaratıcısı olarak Weber, akademide geçen ve akademi sonrası hayatında bir işçi gibi sürekli kavram üretti.

1.      Akılcılık (Rasyonalizm)

           Dünya tarihine yalnız siyasal tarih olarak bakılırsa buzdağının yalnızca görünen tarafının altı çizilmiş olur, ancak görünen yüzün ardındaki tarihi ve toplumsal geçmişe bakılırsa hakikatin asıl anlamı kavranır. Tartışmasız Weber’in toplum analizinin temelinde yatan en eşsiz kavram, rasyonalizm adı verilen “akılcılık” fikridir. Ona göre toplumu değiştiren, topluma yön veren hatta geleceğini şekillendiren asıl faktör toplumun düşüncesiydi. 1800’lerin başında dünya, tarihte yeni sayfalar açılırken toplumsal ve politik bir dönüşüme şahit oluyordu. Hatta ilk sosyologlar o dönemde bu düşünceleri belirli karşıtlıklar yaratarak açıklamaya çalışmışlardı. Yani eskiye karşı yeni toplumlar, mekaniğe karşı organik toplumlar ve daha fazlası. Weber’in farklı gördüğü ise Avrupa’yı yöneten asillerin yerine geçen şehirliler (burjuva), yeni dünyanın iş ve karakteristiğini değiştirmişti. Öyleyse ortada sorulması gereken iki soru vardır: Kapitalizm nasıl var oldu ve dünyaya nasıl egemen hale geldi?

           İlk olarak, Weber ünlü Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde kapitalizm nasıl var oldu sorusuna ışık tutmaya çalışır. Ona göre kapitalizm yani sermayecilik yalnız bilimin, teknolojinin değişimiyle değil, bir o kadar da düşüncelerdeki aydınlanmayla meydana gelmişti. Özellikle, dini fikirlerde var olan değişim, Avrupa özelinde büyük bir hareketliliğe neden olmuştu: Lutherian Devrim. Weber’in tarifinde iki farklı kökten ortaya çıkan Protestan reformu ve kapitalizm aynı noktada buluşmuştu: Sürekli üretim, sermaye birikimi ve daha fazla yatırım. Weber, Avrupa toplumunun yaşadığı değişimi Protestanlığın, daha spesifik olarak Kalvinizmin kültürel etkileriyle ilişkilendirir. Ona göre Protestanlar çalışmadıklarında suçlu hissediyorlardı çünkü Tanrı üretmeyeni sevmezdi. Ancak Protestanların Tanrısı yeryüzünde gazap yaratan bir tanrı değil aksine kıyamet günü hesap soracak ama o güne dek susarak sadece olanları izleyecek bir Tanrıydı.

           İkinci olarak, Tanrı çalışkanlığı severdi ve her ne olursa olsun çalışmayı kutsayacaktı. Bu bağlamda, Marx’ın halkların afyonu olarak nitelendirdiği din, adeta her çalışana cenneti müjdeleyen bir Tanrı’ya dönmüştü. Buna ek olarak bir diğer faktör ise herkes üretmeliydi zira bencillik değil, toplu ve sürekli üretim beklenmişti. Son olarak, Weber dünyayı anlayanların kazandığı bir şema çizmişti. Büyüler, mucizeler dünyaya ait değildi zira onlar öteki dünyadaydı. Dünyadaysa “büyü bozulmuş” (“disenchantment of the World”), bilimsel kapitalizm ortaya çıkmıştı.

           Öyleyse Avrupa’da yaşanan bu dönüşüm nasıl oldu da tüm dünyaya yeni dünya düzeni olarak yayıldı? Weber bunun cevabını verirken yalnız materyal gerçekliğe gitmiyordu. Yani Marx ve Hegel’in yaptığı diyalektiğe benzer bir karşıtlık sunmak yerine “Bazı uluslar düşüyor, bazılarıysa yükseliyor; çünkü iş kavramını düşünme şekilleri farklı” fikriyle şekillendiriyordu.

2.      Weber’in Ekonomi Politiği

           Max Weber tarih ve siyasetle fazlasıyla ilgiliydi. Ona göre toplumsal dönüşümlerin ardında yatan yegâne sebep dindi. Dinin toplumu şekillendirmede büyük bir momentumu vardı. Ancak toplumu anlamada bu yeterli değildi. “Ekonomi ve Toplum” (Wirtschaft und Gesellschaft) adlı kitabının ilk cildinin ikinci bölümünde Ekonomik Eylemin Sosyolojik Kategorileri başlığıyla tıpkı bir iktisatçı gibi toplumsal iş bölümünü üretim ilişkileriyle inceler. Bir ürünün fiyatının nasıl verildiğini tasvir ederek başladığı bölümde finans, iş yönetimi, iş bölümü, ticaret ve hatta komünizm biçimleri gibi alt başlıkları inceler. Eserin üçüncü bölümü ise siyaset ve dini incelerken meşru egemenliğin üç biçiminin, diğer bir deyişle “meşruluğun temeli”nin, ideal tipini oluşturur.

3.      Verstehen

Eylem; öznel anlamı, diğerlerinin davranışını dikkate aldığı ve dolayısıyla onun akışı içinde yönlendirildiği kadar “toplumsaldır”.

Max Weber, Ekonomi ve Toplum, s. 112

           Max Weber toplumsal vakalara bakarken toplumun nevi şahsına münhasır bir oluşum olduğunu düşünür ama ona yönelik toplumsal bir araştırmanın imkânsız olduğu kanısında değildir. Belki de Max Weber’den bahsederken onu asıl ünlendiren şeyin “verstehen” adını verdiği yorumlayıcı sosyolojinin önemini kavramak gerekir. Weber’in isim babası olmasa bile kendi şanıyla bildirdiği bu terim, kendinden önceki toplumbilim anlayışına bir reddiye niteliğindedir. O, hakikatin tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi dışarıda, değer yargılarından bağımsız çıplak gözlerle görülebileceğine inanmaz. Aksine, hakikatin ilişkiye girdiği sosyal gerçeklikle anlam kazandığına dikkat çeker. Ona göre toplumsal bir analiz yapan her kim olursa olsun ilk evvela değer yargılarının farkına varması gerekmektedir. Bu şemada insanı, tıpkı Clifford Geertz’in belirttiği gibi, kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kaymış bir hayvan mahiyetinde görmek gerekmektedir. Anlaşılması gereken noktaysa toplumla uğraşan ve insanı konu alan bir araştırmacı sahaya çıktığında mutlak suretle kendi değer yargılarının her daim farkında olmalıdır, zira anlamak istediği hakikatin salt kendisi değil, onun vaka ile girdiği ilişkiden ortaya çıkandır. Toplumbilimci yani bir sosyolog vakayla karşı karşıya kaldığında tüm değer yargılarını tıpkı bir doğa bilimci gibi vestiyere asarak alana giremez, zira insan, girdiği her alana kendi anlam ağlarını da getirir. Weber’in analiziyle bir sosyal bilimci, en nihayetinde anlamayı hedefleyen ve her daim kendi değer yargılarını kendine hatırlatan bir sosyolog olarak toplumsal vakayı bütünüyle kavrayacaktır.

4.      Marx’a karşı ve Marx’la beraber: Sınıf, Statü ve İktidar

            Sosyal bilimciler Karl Marx’a karşı özellikle Weber diskurunu kullandılar çünkü Weber hiçbir zaman kapitalizme karşı direkt karşıtlık sunmadı; kaldı ki bir toplumbilimci olarak iktidar ve güç kavramlarını politik ekonomi incelemesinde son derece aklıselim olarak kavramsallaştırdı. Ancak birçok toplumbilimci Marx ve Weber’i birbiriyle çatışan filozoflar olarak ortaya atarlar. Bu karşıtlığın ilginç tarafı aslına bakılırsa Weber Marx’ı değil; Marx, Weber’in sürdürmeye çalıştığı geleneği eleştiriyordu. Marx’a göre Platon ve Aristotales’in başını çektiği iktidar ve güç temelli toplum analizi yetersiz ve eksikti. Weber bu eleştiriyi yalnızca reddetmek yerine ona geleneği de ekliyordu. Örneğin “Ekonomi ve Toplum” kitabında Marx’a övgüler dizdiği yerler de vardır. Bununla beraber Weber’in ortaya koyduğu kavramsallaştırma bir üçlemedir: sınıf, statü ve iktidar. Weber’in Marx’a ve dolayısıyla sınıf kavramına karşı çoğu yazısında direkt bir karşıtlık bulunmaz. Halbuki Weber, Marx’ın altyapı-üstyapı ikilemine statü ve iktidar kavramlarını ekler ve onun eleştirisini üretim ilişkilerinin dışına çıkarır. Böylece, iktidar ve gücün belirleyici bir faktör olarak siyasal analizin içine girmesini sağlar.

Din içinde çekilen ıstırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ıstırabın bir ifadesi ve gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.

Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi

            Bir başka farklılık ise din hususunda gerçekleşir. Ortodoks Marksizm, toplumsal bir fenomen olan dini halkı uyuşturan bir biçim olarak görür. Din, Marx’a göre toplum için bir afyondan fazlası değildir. Weber bu fikre eleştirel yaklaşmaktan ziyade, dinin toplumu ve tarihi nasıl şekillendirdiğiyle ilgilenir. Ona göre insanlar, kapitalizme din yüzünden katlanmıyorlardı; aksine insanların kapitalist olmasının ardında yatan sebeplerle din, yakın ilişki içindeydi. Din toplumu şekillendiren bir sıva olarak görüldüğü gibi değişimi de dönüşümü de sağlayan tekil güç haline geliyordu.

5.      Şehirleşme Üzerine

           Weber’in çok bilinmeyen analizlerinden biri de şehir üzerinedir. Aslına bakılırsa bu analiz, “Ekonomi ve Toplum” kitabının ikinci cildinde XVI. bölüm olarak geçer. Yıllar sonra şehirle ilgili olan bölüm birçok dile ayrı bir kitap olarak çevrilerek tekil halde kitaplaştırılır ve büyük ilgi toplar. Bu bölümde Weber, yine alışılmış tarihsel bir analizini ortaya koyar. Ancak ortaya konulan tahlil bayat ve sade değildir. Aksine Max Weber kanıtlarını yalnızca siyasal tarihten almaz, aynı zamanda şehrin ruhundan ve toplumdan alarak okurlarına sunar.

           20. yüzyılın başında şehir üzerine Chicago okulu gibi araştırma yapan onlarca şehir bilimci, iktisatçı ve sosyolog vardı. En nihayetinde modern sosyolojinin oluşumundan hemen önce Adna Weber, Charles Cooley, Roderick D. McKenzie, Robert Park, Ernest Burgess gibi meşhur yazarlar şehir hakkında eşsiz eserler meydana koydu. Hatta McKenzie’nin “Şehir” adlı kitabı yine benzer bir analizin ustalık eserlerinden biri olarak öne sürülebilir. Chicago okulu, bugün dahi ders kitaplarında anlatılan şehir modellerini ortaya koydu. Kabaca tarif etmek gerekirse onlara göre şehir alansal olarak bir mekânda örgütlenmiş ve kendine ait yaşam yasalarını üreten lokasyonel yerleşim yerleriydi. Basitçe, birden fazla evler kümesinden oluşan ve ortak yerde tüketim alışkanlıklarını sürdüren bir analiz ögesiydi. Şehir alanında kimlerin oturduğu, kimlerin bir araya geldiği büyük ölçüde dikkate alındı ancak Weber’in analizini eşsiz yapan faktör ise şehrin ruhunda yatmaktaydı. Weber şehre baktığında şehirdeki pazar yerinin lokasyonuna değil, üretim ilişkilerine bakıyordu. Ona göre şehir yapılaşmıyor ama yaşanıyordu. Şehir bir ruhtu; hayatı üreten hayatın kendisiydi. İnsan, şehirde var olduğu yalın hayatından çok farklı davranıyordu. Bu anlayışa benzer olarak 1903 yılında Georg Simmel “Metropol ve Zihinsel Yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben) başlıklı bir makale hazırladı. Weber’in şehir analizi tahmini 1910-1915 yılları arasında bitmiş olacaktı. Bu bağlamda, Simmel’den fazlasıyla etkilendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

           Max Weber şehri tanımlarken şehir ruhunu anlatmakta yalnız psikososyal bir analiz yapmıyor ve argümanını yine Roma’ya kadar uzanan tarihi bir anlayışla destekliyordu. Şehrin Ekonomik Karakteri başlığıyla şehri pazar faaliyetleriyle özdeşleştiren bir anlayış geliştirirken hemşerilik fikrini de buraya dayandırıyordu. Ancak yalnızca bir pazar şehir oluşturmada asla etkili değildir, çünkü şehir bir pazar yerleşimi olmasına karşın kuşkusuz tümüyle ekonomik aktivitelerin dışında politik-idari adını verdiği başka bir faktörle de ilişkiliydi: kale ve garnizon. Weber’in tespitinde nerede bir kale varsa orada en azından askerlerin araç-gereçlerini karşılayacak zanaatkarlara ihtiyaç duyulacak ve böylece pazar bir ekonomik alan olarak daima canlı kalacaktı. Hatta özellikle ticaret yapılan çekici şehirlerde böyle bir garnizonun oluşu ticareti körüklemekte ve prensin (veya lordun, feodal ağanın) tekelini mutlak şekilde kıracaktı.

           Weber, analizinde Avrupa-merkezci anlayışı sürdürmekle suçlanır zira kitabın devamında tam anlamıyla bir şehir havasının bir olgu olarak yalnız Avrupa’da ortaya çıkacağını iddia eder. Ona göre (Suriye, Fenike, Mezopotamya’da tikel örnekler gibi) birkaç doğu şehri dışında tarih boyunca kentsel topluluk görülmemişti. Bir şehir mutlak suretle ticaret ilişkilerine hâkim olmalı, bir bütün olarak hem yerleşim alanı faaliyetini sürdürmeli ve kendine dair hukuk kurallarını kendi meclisinde tartışmalı ve kendini yönetmelidir. Weber analizini kurarken Chicago okulunun aksine şehrin materyal bütünlüğünü değil kentsel topluluğunu şehrin merkezinde tutar. Analizin merkezinde ise yine insan ve şehir anlayışı yatar.

Türk Akademisinde Weber Esintileri

           Sabri Ülgener başta olmak üzere Fuat Körpülü gibi birçok sosyoekonomik tarih anlayışını benimsemiş sosyal bilimci Weber’den etkilenmiştir. Sabri Ülgener için özel bir parantez açmak doğru olacaktır, zira üstadı Weber’in din hususundaki görüşlerine Türk akademisi açısından büyük katkı sunacaktır. Weber’in din analizi Ülgener için etkileyiciydi ancak Weber, İslam ve kapitalizm arasındaki ilişkinin ters olduğunu düşünüyordu. Loncalar, ahi teşkilatları ve yayılmacı kâr anlayışını reddeden İslam ekonomisi, Weber’e göre varoluşsal olarak kapitalizme yakın olamazdı. Sabri Ülgener ise “Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı” başlıklı eserinde Weber’in görüşünün aksine İslami tasavvufi hareketler arasında (adıyla söz etmek gerekirse Melâmîler) ile kapitalizm arasında bir bağ kurmaya çalışır. Bâtınî özelliği olmayan tasavvufi gruplara ile Protestanlar gibi sermaye birikimini önceleyen bir iktisadi forma sahip olduğunu savunur. Bu görüş, döneminde fazlasıyla eleştirilmiş ve eksik bulunmuştur. Yine de Ülgener’in fikirleri, dinin toplumsal dönüştürme etkisi göz önüne alındığında fazlasıyla etkileyici bir çerçeve ortaya koyar.

Son Notlar

            Tartışmasız sosyal bilimler içinde son yüzyıla damga vurmuş bir sosyolog olarak Max Weber modern sosyolojinin temel taşını kurmuştur. Üstadın yaklaşık 55 yıl süren ömründe bu kadar üretken olmasına karşın hayattayken akademide popüler olduğunu söylemek zordur. Dahası bugün elimize ulaşan birçok kitabı, feminist yazar Marianne Schnitger (Weber)’in derlemeleriyle günümüze gelmiştir. Max Weber’in hayatı boyunca yazdığı kitaplar kronolojik sırayla aşağıda verilmiştir.

           Son olarak, COVID-19 küresel salgını boyunca kötü haberler duymaktan yorulduğumuz bu günlerde ustanın ölümünün İspanyol gribiyle olması da üzüntü verici bir husus olarak karşımıza çıkar. 14 Haziran 1920 tarihindeyse büyük Alman düşünür, hukukçu ve sosyolog Karl Emil Maximilian Weber hayata gözlerini yumar.

  1. Sosyal Bilimler ve Sosyal Politikada Nesnellik (Die Objektivität Sozialwissenschaftlicher Und Sozialpolitischer Erkenntnis, 1904) – Türkçe’ye çevrilmiştir.
  2. Protestan Ahlak ve Kapitalist Ruh (Die Protestantische Ethik Und Der Geist Des Kapitalismus, 1904-5) – Türkçe’ye çevrilmiştir.
  3. Eski Çağda Tarımsal İlişkiler (Agrarverhältnisse İm Altertum, 1909)
  4. Bilim Üzerine Yazılar (Schriften zur Wissenschaftslehre, 1913(?))
    1. Yorumlayıcı sosyoloji üzerine (Über Einige Kategorien Der Verstehenden Soziologie)
    2. Toplumsal Ve İktisadi Bilimlerin Bilgisinden Bağımsızlık Algısı (Der Sinn der »Wertfreiheit« Der Soziologischen Und Ökonomischen Wissenschaften)
  5. Meslek Olarak Siyaset (Wissenschaft Als Beruf, 1919) – Türkçe’ye çevrilmiştir.
  6. Din Sosyolojisi Üzerine Yazılar (Esammelte Aufsätze Zur Religionssoziologie, 1920)
  7. Müziğin Ussal ve Sosyolojik Temelleri (Die rationalen und soziologischen Grundlagen der Musik, 1921)
  8. Ekonomi ve Toplum (2 Cilt) (Wirtschaft Und Gesellschaft, 1922) – Türkçe’ye çevrilmiştir.
  9. Ekonomi Tarihi (Wirtschaftsgeschichte, 1924) – Türkçe’ye çevrilmiştir.
  10. Gençlik Mektupları (Jugendbriefe, 1937)
  11. Kuramsal Sosyoloji Üzerine Yazılar: Politika ve Anayasa (Schriften zur theoretischen Soziologie: zur Soziologie der Politik und Verfassung, 1947)
  12. Sosyoloji, Dünya Tarihi Düzleminde Politik Çözümleme (Soziologie Weltgeschichtliche Analysen Politik, 1956)
  13. Hukuk Sosyolojisi (Rechtssoziologie, 1960)
Anılcan Duymaz
ODTÜ Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Türk - Alman Müşterek Yüksek Lisans Programına ODTÜ ve Humboldt Üniversitesinde devam etmekte. Graduated from Sociology at METU. Continuing his higher education at METU and HU Berlin