Editörler: Anılcan Duymaz, Tuğçe Bayır
Geçtiğimiz Mart ayında Türkiye, bir gece yarısı yayınladığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiğini resmi gazetede duyurdu. Ülkenin çeşitli yerlerinde pek çok vatandaş bu kararı tepkiyle karşılarken, diğer kesimler alınan karardan duydukları memnuniyeti dile getirdi. O günden bugüne sözleşme defalarca kez tartışıldı, artıları eksileri masaya yatırıldı. Feshedilmesiyle birlikte gündemimize yeniden giren bu sözleşmenin tam adı ‘’Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’’. Bu sözleşmenin zeminini hazırlayan şey ise kadınların gerçek yaşam mücadeleleri.

İlk olarak 2011 yılında İstanbul’da, Avrupa Konseyi, Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılmış olan sözleşmeyi 45 ülke ve Avrupa Birliği imzalamıştır. Ayrıca ilk imzacısı Türkiye olmuştur. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizin öncü bir rol oynamasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek, ilk imzacılarından olduğumuz sözleşmenin uluslararası saygınlığımız için önemli bir adım olduğunu söylemiştir. 2021 yılına gelindiğinde ise sözleşmenin feshedilmesi kararının altına imzayı atan isim yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmuştur.
Günbegün artan şiddet ortamında, daha caydırıcı yasalar getirilmesini bekleyen kadınlar için feshedilen sözleşme kararı önce şaşkınlık yaratmış ardından bu duygu yerini öfkeye bırakarak ülkenin birçok yerinde yine kadınların öncülük ettiği eylemlerle mücadeleden vazgeçilmeyeceği çağrısı yapılmıştır.
1970 yılından günümüze uzanan kadın hakları mücadeleleri pek çok ilham kaynağına sahiptir. Yaşadığı cinsiyet ayrımcılığını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyan ve davayı kazanıp İstanbul Sözleşmesinin mimarlarından biri olan Nahide Opuz’un ilham verici hikayesini hatırlamak, neden kadınların bu kadar öfkelendiğini anlamamız için iyi bir sebeptir.
1972 doğumlu Nahide 1995’te üvey babasının oğluyla imam nikahı kıyılarak evlendirildi. 3 çocuk annesi oldu. Kayınpederi ve eşi, genç kadın ve annesine defalarca kez şiddet uyguladı, ölümle tehdit etti, fuhuşa zorladı. Nahide her defasında şikayette bulundu fakat bir sonuç elde edemedi. Şikayetleri sonuçsuz kaldığı için anne-kız çareyi Diyarbakır’dan İzmir’e kaçmakta buldu. Yolda taşıma aracının önünü kesen üvey oğlunun silahlı saldırısı sonucu anne Mintaha Beybur olay yerinde hayatını kaybetti. Bu cinayetten tam 6 yıl sonra mahkeme iyi halden 25 yıl ceza verdi. Fakat katil eş o yıl tahliye edildi. Nahide bir kez daha koruma kararı için başvurdu ancak yine sonuç alamadı.
Hikayesi ne yazık ki pek çok kadının başına gelen, bizim haber sayfaları ve sosyal medyada defalarca farklı versiyonlarını okuduğumuz, elimizden sadece Nahide’nin ismini ‘hashtag’leyerek paylaşıp sosyal devletin onu korumasını beklediğimiz diğer binlerce hikâyenin bir benzeri.
Fakat ismi sosyal medyada yer bulmadığı için yaşadıkları tepki çekmedi. Bu yüzden tek başına mücadele eden Nahide, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkemeden çıkan sonuç şuydu; ülkedeki güvenlik güçleri aile içi olaylara müdahalede çekimser yaklaşıyor hatta arabuluculuk yapmaya çalışıyorlardı. Bu sebeple defalarca kez koruma talebinde bulunan Nahide, her defasında polis merkezinden geri döndürülmüş herhangi bir koruma altına alınmamıştı. Aile içi şiddet Türkiye’de hoş karşılanmaktaydı. Yani kadınlar cinsiyete dayalı ayrımcılığa maruz bırakılıyordu. AİHM’nin Türkiye’yi suçlu bulduğu gün, Nahide’nin ilk defa koruma altına alındığı gündü. Bu utançtan kurtulmak için Türkiye sözleşmeyi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısına taşıdı ve ilk imzalayan ülke oldu. (1)
2011 yılında imzalanan sözleşmeyle birlikte atılan bir diğer somut adım 2012 yılında yürürlüğe giren 6284: ‘’Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’’ oldu. Bu kanun kapsamında şiddet gören mağdur, sığınma ve geçici koruma talep etme hakkı kazandı. 6284 sayılı kanunun evli olmayan bireyleri de koruyarak şiddet uygulayan kişi kavramını genişletmesi ve yalnızca fiziksel şiddeti değil, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet gibi her türlü şiddet türünü kapsaması, bu kanunu önemli yapan maddeler.
Yazının başında belirttiğim gibi ülkede bir diğer kesim ise fesih kararını oldukça memnun karşıladı. Sözleşmenin eşcinselliği normalleştireceğini düşünenler, ülkedeki toplumsal ve ailevi değerlerin zarar göreceği kanısında. Bunun en önemli sebebi ise sözleşmede geçen ‘’partner’’ kelimesi. Herhangi bir cinsel kimlik belirtmeyen bu kelimenin, ileride LGBTİ+’ların evlilik ve evlat edinme gibi haklar kazanmalarına yol açacağı endişesinde olanların sayısı oldukça fazla. Bir diğer yandan 6284 sayılı kanunun da yalnızca fiziksel şiddeti değil ekonomik, psikolojik, cinsel vb. diğer şiddet türlerini kapsamasının, ailedeki baba figürünü itibarsızlaştıracağı, ailenin kutsallığına zarar vereceği ve ailelerin parçalanmasına yol açacağı düşüncesi bir diğer tartışma konusu.
Medeni Kanun’dan bu yana ülkemizde kadın-erkek eşitliği için atılan adımlar ne yazık ki yeterli değil. Aksine 21. Yüzyılda ülkece gelinen nokta tedirgin edici. Uygulanmayan yasalar, feshedilen sözleşmeler, hüküm giyip serbest bırakılan zanlıların emsal kararları, şiddeti önlemek yerine teşvik etmekte. Aile kavramına kutsallık yükleyerek baba figürü üzerinden demagoji yapılması, LGBTi+’ların ötekileştirerek alenen şiddetin meşru kılınması, kat edecek çok yolumuz olduğunun birer göstergesi.
Geleneksel düşünce, inanç ve ideolojilerle manipülasyona uğrayan toplum, gittikçe mesafesini arttıran kutuplarda aynı toprakları paylaştığını unutur hale geldi. Farklılıklara tahammülsüzlük son moda. Bu bitmek bilmeyen önyargılar kültüründe şiddetin her türlüsüne alışmak ve çeşitli kaygılarla tepkisizleştiğini fark etmek, bir vatandaş olarak çok üzücü. Fakat sonra 1’den bin, binden milyonlar olup, ‘’öteki ’’ zannettiğinle, tek ses mücadele verebildiğini görmek ise oldukça umut verici.
Bu nedenle; İstanbul Sözleşmesi Nahide için, annesi için, hayatının herhangi bir döneminde şiddete maruz kalmış ya da halihazırda şiddet gören herkes için savunulmalıdır. 6284 sayılı kanun uygulanmalı ve daha caydırıcı emsal kararlar verilmelidir. Yapılan siyaset ayrıştırıcı eril dilden uzak olmalı, demokratik bir ülkede yaşadığımız unutulmayarak anayasa güvencesinde eşit ve özgür bireyler yetiştirilmelidir. Cinsiyet, etnik köken, dini tercih, cinsel yönelim ya da sınıfsal her türlü ayrımcılığı terk edip birbirimizi içine alan yaşam alanları açmaya, farklı olanı aynı yapmaya sandığımızdan daha çok ihtiyacımız var.
İlk metin denemem olan bu yazıyı karamsarlığa düşmeden direnen, sen-ben değil biz için kavga eden, gerek sosyal medyada, gerek meydanlarda varlığını gösterip sesini çıkaran herkese ithaf etmek istiyorum.
Dipnot
Saymaz, İ. (2021, Mart 21). Şeyhin Beyanı Esastır, Sözcü Gazetesi. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ismail-saymaz/seyhin-beyani-esastir-6326035/ (1)
Kaynakça
Danyıldız, M. (2021, Mayıs 15). İstanbul Sözleşmesi imzalanalı 10 yıl oldu: Sözleşme bizim vazgeçmiyoruz, Birgün Gazetesi https://www.birgun.net/haber/istanbul-sozlesmesi-imzalanali-10-yil-oldu-sozlesme-bizim-vazgecmiyoruz-344293
İstanbul Sözleşmesi. (2021, Mayıs 10). Wikipedia . https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi
Leave a Review